-
1 daha kolay
easier (adv.) -
2 daha kolay
hêsantir -
3 daha
1.1) ещё, пока́ ещё, до сих пор; всё ещёdaha bir saat olmadı — [пока́] ещё не прошло́ и ча́са
2) ещё, бо́лее (в добавление)daha az — ме́ньше
daha az kıymette — ме́нее це́нное
daha az konuşur oldu — он стал ещё молчали́вее
daha çabuk — ещё быстре́е
daha çok — [ещё] бо́льше
daha doğrusu — точне́е, верне́е
daha erken — а) ещё ра́но; б) ра́ньше
daha fazla — ещё бо́льше
daha görüşürüz — ещё уви́димся
daha iyi — а) ещё лу́чше; б) лу́чший; бо́лее хоро́ший
daha iyi kalite — лу́чшего ка́чества, лу́чшее ка́чество
daha kolay — [ещё] ле́гче
daha küçüğü yok mu? — а поме́ньше нет?
daha sonra — по́зже, в дальне́йшем
daha yavaş — [ещё] ме́дленнее
daha zor — [ещё] трудне́е
oraya bir daha git — сходи́ туда́ ещё раз
birdaha yapma — бо́льше не де́лай так
bir saat daha beklemeli — ну́жно подожда́ть ещё час
biraz dahaverin — да́йте ещё немно́го
bu ondan daha büyük — а) э́тот [ещё] бо́льше того́; б) э́тот ста́рше того́
ne kadar daha — ско́лько ещё
2.мат. плюс◊
daha daha? — ну-ну?, что ещё?◊
dahaiyi ya! — тем лу́чше!◊
dahaneler — ещё что!; ну что ещё!; невозмо́жно!; не мо́жет быть! -
4 легче
ле́гче сказа́ть, чем сде́лать — söylemesi kolay, yapılması zor
2) безл., в соч., → сказ.больно́му ле́гче — hasta rahatladı
попла́чешь - ста́нет ле́гче — ağlasan açılırsın
-
5 easier
1. daha kolay (adv.) 2. kolay (adj.) -
6 easier
adv.daha kolay:adj.kolay -
7 куда
нареч.1) вопр. относ. nereyeкуда́ э́то ты (направля́ешься)? — nereye böyle?
куда́ он ра́нен? — neresinden yaralıdır?
вам куда́ (ну́жно попа́сть)? — nereyi arıyorsunuz?
там, куда́ мы пое́дем... — gideceğimiz yerde
куда́ б ты ни пое́хал — nereye gidersen git, her nereye gitsen
2) неопр., разг. bir yere3) вопр., разг. (к чему, зачем) ne diyeкуда́ нам торопи́ться? — ne diye acele edilim?
куда́ ты спеши́шь / торо́пишься? — acelen ne?
куда́ мне сто́лько де́нег? — ne yapayım bu kadar parayı?
4) → частица, разг. ( гораздо) çok dahaкуда́ ле́гче — çok daha kolay
5) в соч., → частица, прост.куда́ там! (невозможно) — mümkünü yok!
куда́ уж тебе́ с ним тяга́ться! — onunla boy ölçüşmek ne haddine senin!
куда́ он то́лько не обраща́лся — başvurmadığı yer / kapı kalmadı, kırk kapının ipini çekti
••будь он молодо́й, ещё куда́ ни шло — genç olsa yine neyse
па́рень хоть куда́ — kıyak bir çocuk
вот куда́ веду́т таки́е оши́бки — böylesi hataların insanı götüreceği yer işte budur
-
8 запоминаться
aklında kalmak* * *несов.; сов. - запо́мнитьсяhatırda / hatırında kalmak; akılda / aklında kalmakрифмо́ванное ле́гче запомина́ется — kafiyeli olan daha kolay akılda kalır
-
9 игольный
iğne °иго́льное ушко́ — iğne deliği / gözü
ле́гче проле́зть сквозь иго́льное ушко́ — sırat köprüsünden geçmek bundan daha kolay
-
10 leicht
leicht [laıçt]I adj1) ( an Gewicht) hafif;\leicht gekleidet sein hafif giyinmiş olmak;\leichte Kost hafif gıda;etw \leichten Herzens tun bir şeyi gönül ferahlığı ile yapmaketw mit \leichter Hand erledigen bir şeyi kolaylıkla yapmak;nichts \leichter als das! bundan kolay ne var ki!3) ( schwach) hafif;ein \leichter Regen hafif bir yağışII adver ist \leicht beleidigt o kolay gücenir;\leicht zerbrechlich kolay kırılır;\leicht zu bedienen kullanışlı, pratik;das passiert mir so \leicht nicht wieder bu kolay kolay benim başıma bir daha gelmez;so \leicht kriegt ihr mich nicht beni öyle kolay kolay yakalayamazsınız;\leichter gesagt als getan dile kolay2) ( gering) hafif;\leicht gesalzen hafif tuzlu;\leicht erkältet hafiften soğuk kapmış -
11 sagen
sagen ['za:gən]vt demek (zu -e), söylemek; ( ausdrücken) ifade etmek; ( mitteilen) iletmek, bildirmek, söylemek; ( meinen) demek (zu -e);wie sagt man auf Türkisch? Türkçede nasıl denir [o söylenir] ?;Gute Nacht \sagen iyi geceler demek;Ja/Nein \sagen evet/hayır demek;dagegen ist nichts zu \sagen ona hiçbir şey denilemez;(k) ein Wort \sagen bir kelime söyle(me) mek;\sagen wir mal... diyelim ki...;das hätte ich dir gleich \sagen können ben bunu sana önceden de söyleyebilirdim;was wollen Sie damit \sagen? bununla ne demek istiyorsunuz?;genauer gesagt daha doğrusu;auf gut Deutsch gesagt kaba Almancası;offen gesagt açıkçası;das oben Gesagte yukarıda sözü edilen şey;sie haben sich nichts mehr zu \sagen birbirlerine söyleyecek bir şey kalmadı;das hat nichts zu \sagen bu bir şey ifade etmez;ich habe mir \sagen lassen, ( dass) ... duydum ki,...;sag mal, ... bir söylesene,...;das S\sagen haben ( fam) sözü geçmek, forsu olmak;das kannst du aber laut \sagen ( fam) al benden de o kadar;das ist leichter gesagt als getan bunu söylemek kolay;das ist schnell gesagt bunu demek kolay;unter uns gesagt aramızda kalsın;was Sie nicht \sagen! ( fam) demeyin!;lass dir das gesagt sein! ( fam) benden söylemesi!, benden günah gitti!;sag das nicht! deme!;sag bloß! ( fam) deme!;na, wer sagt's denn! ( fam) gördün mü işte!;hab' ich's nicht gesagt? ( fam) ben dememiş miydim böyle olacağını?;was soll man dazu \sagen? ( fam) buna ne denebilir ki? -
12 haben
haben <hat, hatte, gehabt> ['ha:bən]I vtein Haus/ein Auto/Kinder \haben evi/arabası/çocukları olmak, ev/araba/çocuk sahibi olmak;ich habe zwei Kinder (benim) iki çocuğum var;lieber \haben tercih etmek;hier hast du das Buch al işte kitabı;er hat außergewöhnliche Fähigkeiten olağanüstü yetenekleri var, olağanüstü yeteneklere sahiptir;Zeit \haben vakti olmak;Hunger/Durst \haben aç/susamış olmak;Fieber \haben ateşi olmak;kann ich bitte den Zucker \haben? şekeri alabilir miyim?;wir \haben heute schönes Wetter bugün hava güzel;den Wievielten \haben wir heute? bugün ayın kaçı?;morgen \haben wir Mittwoch yarın çarşamba;sie hat es weit nach Hause eve kadar yolu uzundur;sie hat es nicht leicht mit ihm onunla işi kolay değildir;das Haus hat was von einem Schloss evin sarayımsı bir havası var;und was habe ich davon? benim bundan çıkarım ne?;was hast du? neyin var?;dafür ist er nicht zu \haben öyle işlere yanaşmaz;da \haben wir den Salat/die Bescherung ( fam) ayıkla pirincin taşını!, öp babanın elini!, buyurun cenaze namazına!;etw dagegen \haben bir şeye karşı olmak;nichts dagegen \haben bir şeye karşı olmamak, bir şeye diyeceği olmamak;etw \haben wollen bir şeyi canı istemek, bir şeyi elde etmek istemek;was hat es damit auf sich? bu ne anlama geliyor?;ich kann das nicht \haben ( fam) ben buna gelememetw hinter sich \haben bir şey arkasında olmak;ich habe noch viel vor mir daha yapacağım çok işler var;sie hat etwas mit dem Tennislehrer ( fam) tenis öğretmeniyle ilişkisi var;ich hab's! buldum!ich habe noch sehr viel zu tun daha yapacak çok işim var;hier hat er nichts zu suchen burada işi yok;jetzt hast du zu schweigen şimdi susman gerekliII vrsich \haben ( fam) ( sich anstellen) hava basmak;hab dich nicht so! öyle nazlanmasana!;damit hat sich die Sache ( fam) bu iş böylece kapandı -
13 далеко
uzak* * *нареч., тж. → сказ.э́то далеко́? — orası uzak mı?
он живёт далеко́ — uzakta oturuyor
он уе́хал о́чень далеко́ — çok uzaklara gitti
до утра́ ещё далеко́ — sabaha daha çok var
мы́сли ее бы́ли далеко́ — düşünceleri uzaklardaydı
••далеко́ не...: далеко́ не нау́чный ме́тод — bilimden çok uzak bir yöntem
далеко́ не малова́жный — hiç de önemsiz olmayan
э́то далеко́ не случа́йно — bu hiç de raslantı değildir
сде́лать э́то далеко́ не про́сто — bunu başarmak hiç de kolay değil
за приме́рами далеко́ ходи́ть не на́до — uzağa gitmeye gerek yok
далеко́ не но́вый — yeni olmaktan (çok) uzak
оста́вить кого-л. далеко́ позади́ — fersah fersah geride bırakmak
ему́ далеко́ за со́рок — kırkını çoktan aşmıştı
бы́ло далеко́ за́ по́лночь — vakit geceyarısını çoktan geçmişti
сла́ва е́го шагну́ла далеко́ за преде́лы страны́ — ünü ülke sınırlarını da aşmıştı
не заходи́ так далеко́! — bu kadar ileri gitme!
-
14 казаться
gözükmek* * *несов.; сов. - показа́ться1) görünmek; gözükmekон каза́лся че́стным (челове́ком) — görünüşte namuslu bir adamdı, namuslu görünüyordu
каза́ться моло́же (свои́х лет) — yaşını göstermemek
он каза́лся ста́рше тебя́ — yaşça senden büyük görünüyordu
2) безл. gelmek; sanmak, benzemek; gibi(sine) gelmekказа́лось, что стена́ обру́шится — duvar yıkılacağa benziyordu / yıkılacak gibi olmuştu
э́то показа́лось мне стра́нным — bu garibime gitti
на пе́рвый взгляд э́то мо́жет показа́ться стра́нным — bu, ilk bakışta garip gelebilir / tuhaf kaçabilir
э́то мо́жет показа́ться парадо́ксом — bu bir paradoks gözükebilir
ка́ждая секу́нда каза́лась ему́ ве́чностью — her saniye ona yıl kadar uzun geliyordu
ему́ ка́жется, что наш дом бо́льше — bizim ev onun gözüne daha büyük görünüyor
э́то не так про́сто сде́лать, как ка́жется — bunu yapmak sanıldığı kadar kolay değil
мне показа́лось, что... — bana öyle geldi ki...
мне показа́лось, что стуча́т в дверь — kapı vuruluyormuş gibime geldi
-
15 öte
I s1) evlerin \ötesinde hinter den Häuserniyinin ve kötünün \ötesinde jenseits von Gut und Böseburadan \öteye gitmem von hier gehe ich nicht weiter2) Rest m\ötesi kolay der Rest ist leicht [o einfach]\ötesini bana bırak lass mir den Rest machen3) ( öbür yan)\öteye geç! geh rüber!, geh auf die andere Seite!II adj1) andere(r, s)ırmağın \öte yakası die andere Seite des Flusses -
16 kommen
kommen <kommt, kam, gekommen> ['kɔmən]vi sein1) (her\kommen) gelmek ( von -den); (hin\kommen) gitmek ( nach -e); (an\kommen) varmak; ( zurückkehren) dönmek ( von -den);da kommt er ja! işte geliyor!;ich komme schon şimdi geliyorum, geliyorum canım;gut, dass du kommst gelmen iyi;ein Taxi \kommen lassen bir taksi çağırtmak;er kam von einer Reise seyahatten döndü;angelaufen \kommen çıkagelmek;zu spät \kommen çok geç gelmek;du sollst zum Direktor \kommen müdüre gelmelisin;wie komme ich nach...?...e nasıl giderim?;zu der Überzeugung \kommen kanaatine varmak;wir müssen langsam zu einem Ende \kommen yavaş yavaş işimizin sonuna gelmeliyiz;nicht von der Stelle \kommen yerinde saymak;ich halte die Zeit für ge\kommen bence zamanı geldi;jetzt komme ich şimdi ben geliyorum, şimdi sıra bende;jetzt komme ich an die Reihe şimdi sıra bana geliyor;das kommt später bu sonra gelecek;der kommt mir nicht ins Haus! bu benim kapımdan içeri giremez!;in die Schule \kommen okula başlamak;ins Krankenhaus \kommen hastaneye yatmak;der Fall kommt vor Gericht mahkemeye düşmek;sein Vorschlag kam mir sehr gelegen teklifi [o önerisi] çok işime geldi;du kommst mir gerade recht! ( fam) bir sen eksindin!;das kommt mir wie gerufen bu çok işime gelir;komme, was da wolle ne gelirse gelsin;jdm \kommen die Tränen birinin gözleri yaşarmak;zum Stehen \kommen durabilmek;man kommt hier zu nichts burada hiçbir şey yapılamıyor;es kam zu einem Streit kavga çıktı;zur Sache \kommen sadede gelmekwieder zu sich \kommen tekrar kendine gelmek;zu Wort \kommen söz almak;zu Schaden \kommen zarar görmek;wie käme ich dazu, das zu machen? neden bunu yapacacak mışım?;wie komme ich zu der Ehre? ( iron) bu ne şeref?;ums Leben \kommen can vermek;das kommt zusammen auf 20 Euro ( fam) hepsi 20 euro eder;ich komme auf 1.200 Euro im Monat ( fam) ayda 1.200 euroyu buluyorum;hast du richtig gezählt? ich komme nur auf 15 doğru saydın mı? ben 15 çıkarıyorum;kommt man hier leicht an frisches Gemüse? burada taze sebze bulmak kolay mı?;ich kam nicht auf seinen Namen adı aklıma gelmedi;wie kommst du darauf? o nereden aklına geldi?, bunu nereden çıkardın?;sie lässt nichts auf ihn \kommen ona toz kondurmuyor;auf die Welt \kommen dünyaya gelmek;auf etw/jdn zu sprechen \kommen bir şeyden/kimseden söz etmeye başlamak;hinter etw \kommen bir şeyin içyüzünü öğrenmek;durch den Zoll/eine Prüfung \kommen gümrükten/bir sınavdan geçmek;Jeans sind wieder im K\kommen blûcin yine moda oluyor;aus der Mode \kommen modası geçmek;aus dem Konzept \kommen aklı karışmak;nun komm schon! ( fam) ha(y) di gel artık!;2) (herbei\kommen) gelmek (zu -e)3) ( geschehen) gelmek, olmak;ich habe es \kommen sehen bunun geleceğini görmüştüm;das musste ja so \kommen bunun böyle olacağı belliydi zaten;es kam, wie es \kommen musste olan oldu;die Hochzeit kam für alle überraschend düğün herkese sürpriz oldu;das Schlimmste/Beste kommt erst noch bunun daha da kötüsü/iyisi var;wie kommt es, dass du...? nasıl oluyor da sen...?;ich komme aus Dortmund ben Dortmund'dan geliyorum5) ( durchqueren) gelmek (über/durch üzerinden/içinden);über Münster \kommen Münster üzerinden gelmekauf zwei Deutsche kommt ein Auto iki Alman başına bir otomobil düşerder Vorschlag kam von mir öneri benden geldi;das kommt davon! gördün mü işte!;das kommt vom Rauchen bu, sigara içmekten gelir9) ( hingehören)das Buch kommt in den Schrank kitabın yeri dolaptain Gang \kommen başlamak -
17 tun
tun <tut, tat, getan> [tu:n]I vi, vt yapmak, etmek;etw aus Liebe/aus Neid \tun bir şeyi sevgiden/kıskançlıktan yapmak;Wichtigeres zu \tun haben, als......den önemli yapacak işi olmak;ich habe mein Bestes getan elimden geleni yaptım;ich habe noch zu \tun yapılacak daha işim var;damit ist es nicht getan bununla bitmedi;das ist leichter gesagt als getan dile kolay;sie hat nichts zu \tun yapacak hiçbir işi yok, işi gücü yok;du kannst \tun und lassen, was du willst istediğini yapabilirsin;was kann ich für Sie \tun? sizin için ne yapabilirim?;wir haben getan, was wir konnten yapabileceğimizi yaptık;so etwas tut man nicht! böyle şey yapılmaz!;tu, was du nicht lassen kannst! ( fam) yapacağını yap!;das tut nichts zur Sache ( fam) bu olayı değiştirmez;hat er dir was getan? sana bir şey yaptı mı?;der Hund tut nichts ( fam) köpek bir şey yapmaz;tu mir doch den Gefallen und... bana bir iyilik yap da...;er bekam es mit der Angst zu \tun korkmaya başladı;nach getaner Arbeit iş bittikten sonra;damit habe ich nichts zu \tun bununla hiç bir ilgim yok;ich will mit ihm nichts mehr zu \tun haben onunla alıp vereceğim kalmadı artık;so \tun, als ob...... imiş gibi yapmak;tu doch nicht so! ( fam) numara yapma!;du tätest gut daran, zu schweigen susmakla iyi edersintu es in den Schrank! onu dolaba koy!III vrsich \tun;es tut sich etwas ( fam) bir şeyler oluyor -
18 verdienen
verdienen*vt1) ( Lohn) kazanmak;seine Brötchen \verdienen ( fam) ekmeğini kazanmak, ekmek parası kazanmak;leicht verdientes Geld kolay kazanılan parasie hat nichts Besseres verdient daha iyisini hak etmedi -
19 قلل
قَلَّلَ1. hafifletmekAnlamı: hafiflemesine sebep olmak, hafifleştirmek2. ufaltmak3. indirgemekAnlamı: kolay ve yalın duruma getirmek4. kırmakAnlamı: azaltmak -
20 chose
n f1 şey [ʃej]◊J'ai pris trop de choses. — Çok şeyler aldım.
2 autre chose (au masculin) başka şey3 quelque chose herhangi bir şey
См. также в других словарях:
kalbi yıkmak kolay, yapmak zordur — insanları kırmak ve üzmek, mutlu etmekten daha kolaydır anlamında kullanılan bir söz … Çağatay Osmanlı Sözlük
ACB — Kuyruk sokumu. Us us denilen küçük kemik. Her şeyin kuyruk dibi ve nihâyeti. Fâtiha i hilkat olan küçük kemik.Acb üz zeneb diye Hadis i Şerifte ismi geçen ve insanın kuyruk sokumundaki en küçük kemik.(Kur ân ı Kerim de Sure: 30. âyet: 27 Yani:… … Yeni Lügat Türkçe Sözlük
indirgemek — e 1) Daha kolay ve yalın duruma getirmek Bir iki cümleye indirgersek her roman biraz budur. S. İleri 2) i, kim. Bir maddenin oksijenini alarak oksit özelliğini yok etmek, irca etmek 3) i, mat. Bir işlemi daha kısa veya daha yalın bir biçime… … Çağatay Osmanlı Sözlük
ESHEL — Çok kolay, daha kolay, asan … Yeni Lügat Türkçe Sözlük
şöyle dursun — bir işin gerçekleşmekten çok uzak bulunduğunu, ona bağlı daha kolay, daha basit bir şeyin bile gerçekleşmediğini anlatan bir söz Uyumak şöyle dursun, biraz dinlenmek bile mümkün olmadı … Çağatay Osmanlı Sözlük
elektrodiyaliz — is., kim., Fr. électrodialyse Birtakım koloitlerin ortamdaki öteki parçacıklara oranla gözenekli zarlardan daha kolay geçmesi özelliğine dayanan kimyasal arıtma yönteminin elektrik enerjisiyle hızlandırılmış türü … Çağatay Osmanlı Sözlük
indiyum — is., kim., Fr. indium Atom numarası 49, atom ağırlığı 114,8 olan, gümüş parlaklığında, kurşundan daha kolay ezilen yumuşak bir element (simgesi In) … Çağatay Osmanlı Sözlük
nazaran — zf., Ar. naẓaran Göre, oranla, kıyasla Buna nazaran şimdi vereceğim malumat ve izahatı anlamak daha kolay olacaktır. Atatürk … Çağatay Osmanlı Sözlük
politik — sf., ği, Fr. politique Politika ile ilgili, siyasi, siyasal Politik partilerin tekelci görüşlerinin etkisinden daha kolay sıyrılıyor. H. Taner Birleşik Sözler ekonomi politik jeopolitik … Çağatay Osmanlı Sözlük
prim — is., Fr. prime 1) İşveren tarafından iş yapanı isteklendirip verimini artırmak veya sonuca daha kolay ve çabuk ulaşmasını sağlamak amacıyla verilen para Kimi mutluluğu attığı golde, aldığı primde, kırdığı rekorda bulur. H. Taner 2) Sigorta… … Çağatay Osmanlı Sözlük
tekelci — is. 1) Tekel kuran ve bu tekeli kabul ettiren kimse, inhisarcı 2) Tekel görevlisi 3) sf., mec. Bir şeye, bir düşünceye tek başına sahip olma, benimseme, yayma taraflısı olan Politik partilerin tekelci görüşlerinin etkisinden daha kolay sıyrılıyor … Çağatay Osmanlı Sözlük